Bir Medeniyeti Anlamak
![]() |
İran Özgürlük Anıtı |
Bir Medeniyeti Anlamak*
Medeniyetin yaşandığı topraklardayım. Belki şu an bile birçok dünya
ülkesinin karanlıkta olduğu bir zaman dilimindeyiz. Elbette bu karanlık
dünyada, bir mum gibi dibine ışık veremeyen aydınlık toprakların ışıkları kendi
deruniyetlerinde gizlidir. İşte böyle bir hengamede medeniyetin varlığından söz
etmenin yeri olacağını sanmıyorum. Ama sözlerim küçük bir nükteyi dahi
ifade edebilecekse insanlık adına bunu kendim için bir güven hissi olarak telakki
ederim. Neden böyle bir zamanda medeniyetten bahsetmenin yeri değildir düşüncesindeyim?
Çünkü aydınlık denilen çağda dahi çağ dışı davranışların yapılması hiç şüphesiz
ne medeniyetle ne çağdaşlıkla ve ne de bunun tersi karanlık dediğimiz olgu ve düşüncelerle
açıklanabilir. Düşünce ve hislerimizin üzerine divlerin çöreklenmiş olması, insanlığı
her geçen gün yiyip bitirmektedir. Böyle bir durumda çözüm odaklı olmak gelecek
nesil için bizim yapmamız gereken elzemiyet ifade eden bir durumdur.
Yine sözün başına dönüyorum; medeniyetin
yaşandığı topraklardayım. İnsanlığa adab u rüsumu öğreten bir medeniyet
şehrindeyim. Öyle bir şehir ki yüzyıllarca fennin, hendesenin, tıbbın,
astronominin ve elbette en çok da edebiyatın beşikliğini yapmış bir medeniyet
şehri. Zamanında dünyayı peşinden sürüklemiş bir medeniyet şehri, şimdi de o coşkulu günlerine tekrar dönme arzusuyla hayal kuran ve bu hayallerini
gerçekleştirmek için de ömründen bedel ödeyen bir medeniyet şehri. Bütün ideolojik
kavram ve düşüncelerin kendisinde barındırmasına rağmen kendini hep aynı
kıvamda koruyan bir medeniyet şehri. Edebiyatın ana merkezi ve görünmez
siyasetin de odak noktasıdır bu medeniyet şehri.
Aşkın “la” yönünün tezahür ettiği
aşıklar şehri. Aşk yoluna mecazi aşkla başlayıp ilahi aşka doğru bir tırmanış
izleyen aşıklar şehri. Öyle değil mi ama?! Yoksa Mevlana ve Şemsi Tebrizi’nin
birbirine olan bağlılığı başka nasıl izah edilebilir? Bu duygu yaşanmadan
yaşanılmış gibi karşı tarafa aktarılabilir mi? bilemiyorum. Mevlana’nın
ayak bastığı ve onun maşukunun Şemsi Tebrizi’nin yüzünü-gözünü toprağına
sürdüğü ve aşık-maşuk bağlamını enfes tabirlerle anlatılan aşıklar diyarı. Mevlana’nın
dediği gibi aşk, ‘Mekanul-lamekan’dır. İşte böyle bir mekansızlık
içinde aşkı yaşamaktır aşk diyarında. Aşkla birlikte dünyayı bir daha
sorguladığım ve kendimi çevreleyen eşyadan kurtuluşa doğru yol aldığım aşk diyarındayım
gibi düşüncelere bizi sürükleyen
bir medeniyet şehridir burası. Belki bir gün maşuk-aşık vuslatının gerçekleşeceği
bir aşk ve medeniyet şehridir. Öyle bir
diyar ki sesini-soluğunu yedi düvele işittirmiş bir aşk meskenidir bu deyyar.
Batı
edebiyatında Paris aşıkların mesken tuttuğu bir şehirdir. Paris'te aşk
başkadır denir ve aşkın en önemli noktası da "Sanatçılar
Köprüsü'dür (Pont Des Arts)" Dünyanın her yerinden gelen
aşıkların sırlarını üzerinde taşır bu köprü. İnsan düşünmeden edemiyor;
"acaba kaç kişinin dileği gerçekleşti, kaç kilidin sahibi hala
birlikte?" diye. Bundan dolayı Paris’i de es geçmemek gerekir. Orası aşk
şehri ise bu deyyar da aşka beşiklik yapmış hem aşk hem de medeniyet şehridir.
Alnım açık ve
gururla yürümekteyim bu medeniyet şehrinin sokaklarında. Buram buram medeniyet okuyor bu
medeniyet şehrinin her bir caddesi, sokağı ve taşı. Bir taraftan böyle bir
medeniyet kokusu ve hissi sizde uyandırırken diğer taraftan da bir sanayi
bölgesini andırır bir havayı soluklarsınız kenar mahallelerde . İşte, bundan
dolayı buralarda olmanın ayrıcalığı çoktur. İnsan, bazen caddelerden birinde
egzoz dumanını teneffüs ederken bazen de Ortadoğu’nun en uzun caddesinin
üzerinde bulunduğu bir tefrih alanında bu medeniyet şehrinin en temiz havasını
iliklerine kadar çeker.
Bazen ön caddelerden birinde dünyanın en gelişmiş toplumunun
yansıması gözükürken bazen de arka caddelerden birinde dünyanın en geri kalmış
ülkesini yansıtan bir tabloyla karşılaşılır. İşte, buna paradoksal hayat
denir edebiyat camiası tarafından. Bir taraftan havra, kilise, ateşkede gibi
dini mabetler halka kapalı olurken diğer taraftan da azınlıkları temsil eden milletvekilleri
bulunur mecliste. Bir taraftan hiç tanımadığınız bir taksicinin çok kibar bir
ifadeyle kabele nedare deyip sizden para almayı reddederken, diğer
taraftan da siz tam giderken koca, keraye ro nedadin? deyip reddettiği
parayı tekrardan sizden almaya çalışan biriyle hayatınızın en güzel anlarından
birini yaşarsınız. İşte bunun adıdır paradoksal hayat. Her şeyin
mümkün olduğu hatta mümkün olmayan şeyin de mümkün olduğu bir medeniyet
şehridir burası. Öyle bir medeniyet ki çaydaki eriyen şeker misali her şeyi
kendi içinde eriten bir medeniyet şehridir burası.
Bu topraklar ülkemizin yansımasını anlatır sanki. Karadeniz’de yağmurun tadına varırken Hazar Denizi kıyısında da bu duygunun yansımasını yaşarsınız. Güney Doğu’da sıcaktan kavrulan insanlar tasavvur ederken Bender Abbas’ta da sadece denizin izafe olduğunu müşahede edersiniz. Doğu’da Erzurum gibi bir şehirde yılın altı ayını kışı yaşarken bu medeniyet şehrinin Batı’sında da Erzurum’un ikiz kardeşini görürsünüz. Bu medeniyet şehrinin iç bölgelerinde gezerken güzel ülkemizin İç Anadolu misali yazın harmanla hem dem olmuş güleç yüzlü insanlarla karşılaşırsınız. Yedi Tepe’yi anlatırken İstanbul’da bu aşk ve medeniyet şehrinde de Demavend’i tüm güzelliğiyle müşahede edersiniz.
Her devirde olduğu gibi sesi kısılmış, üzerine çullanmış, yapayalnız kalmış ve kuytu bir köşede içine çekilmiş ülkemizin güzel kalpli insanları gibi kimisi konuştuğu için tutuklanmış, ve kimisi de muhalefet etmeye devam ettiği için idam edilmiş rejim muhalifi demokratları vardır bu aşk ve medeniyet şehrinde. Hani dedim ya bu topraklar ülkemizin yansımasını anlatır sanki. Evet aynı yansımasıdır bu topraklar. Ama ne yazık ki son asırda birbirine yabancılaşmış ve birbirini anlayamamış ikiz kardeş misali.
Doğu-Batı ekseni kaymış bir ülke misali kendi varlığını hissettirmeye çalışan bir medeniyet şehridir burası. Ne Batı ne de Doğu deyip kendi ismini zikretmeye çalışan bir medeniyet şehridir burası. İslam için bu medeniyet şehri mi yoksa bu medeniyet şehri için mi İslam olmalı? tenakuzuna düşmüş ve bir kurtuluş çaresi ararken dahi mabet gölgesinde şaşalı eski günlerine dönme arzusuyla yanıp tutuşan bir medeniyet şehridir burası. Bir yandan siyasetin görünmez odak noktası olurken diğer yandan da dünyanın en süper güçlerine karşı korkmadan meydan okuyabilen ve bu meydan okuyuşunu da her zaman ve her yerde dile getirip teoriden pratiğe geçirmeyi dahi düşünmeyen ve bilakis bu yönde gayret ve çaba sarf eden bir medeniyet şehridir burası.
Arap işgali veya fethinden sonra kültürel
ve toplumsal olarak büyük bir çöküntü yaşayan Fars ülkesi Avesta,
Part ve Sasani efsanelerini bir araya getirerek
nazım şeklinde yazmasıyla Fars dilini, Şahname’yle birlikte tekrardan dirilten Firdevsi’nin
“Bu otuz yılda çok sıkıntı çektim-Ama bu Farsça’yla da Acemi dirilttim” dediği
medeniyet şehridir burası. Yüzyıllar geçmesine rağmen rubaileriyle gönüllerimizde
yer edinmiş, rubailerinde birbirine tezat iki konuyu nazım şeklinde okuyucuya
sunmuş ve taklit edilmesi mümkün olmayan bir şahsiyetin ruh portresini ifade
eden ve bu medeniyet şehrinin dünya görüşünü belirten Ömer Hayyam’a ev
sahipliği yapmış bir medeniyet ve aşk şehridir burası.
Bu medeniyetin temel
taşlarını yerleştirip bu toplumu yetiştiren, adab u rüsumu öğreten bir toplum
eğiticisi olan nesir ve nazım eserlerinde dili çok açık ve akıcı kullanmasının
yanında fesahat ve belagatı da en iyi şekilde kullanan ve kendisine Söz Üstadı
lakabı verilen Sadi Şirazi
gibi büyük bir şairi bağrında yetiştiren bir medeniyet şehridir burası.
Fars Edebiyatı'nda Tercumanul-Esrar lakabıyla anılan (gayb
aleminden haber veren bir kişi) kendisine has bir üslubu ve şiirinde şekil ve
muhteva açısından birbirinden ayrılması mümkün olmayan bir tarza sahip olan ve
kendisini rind olarak ifade ederek rindlik makamını
yücelten Hafız Şirazi gibi birçok büyük şairin eserlerini
günümüze kadara en güzel şekliyle bize aktaran bir medeniyet şehridir burası.
Yukarda adı geçen büyük şairlerin eserleri
gibi günümüze kadar ulaşan büyüklerin her bir eseri bu toplumun hatta dünya
çapında her kesimin gönlünde can bularak onları hayata bağlayan birer şah kar eser ortaya
koymalarıyla ölümsüzleşen ve adını dünyanın her tarafına ulaştıran büyük
şairlerin ana vatanıdır bu medeniyet şehri. Bundan dolayı bu medeniyet şehrinde
mesken tutmuş şairlerin eserleri bu toplumun perspektifinde kendi dönemlerinin
büyüklükleriyle değil de onları aşkla devamlı okuyan bir okuyucu kitlesinin
olması onları bu derece yüceltmiştir.
Her bir şair bu toplumun ruh aynasını
yansıtır ve onların bütün eserleri mezkur toplumun dünya görüşünün özeti
niteliğindedir. Bu medeniyetin her bireyi Firdevsi’yle cesaret ve
kahramanlık duyguları kabarır, Mevlana’yla aşk u şevke gelir, Sadi’nin
nasihatleriyle adab u rüsumu öğrenir, Hafız’la mana alemine dalar ve Ömer
Hayyam’la da zerratı en incelikleriyle tefekkür eder. Bu büyük şairleri anlamaya yönelmiş biri, bir makamdan başka bir makama geçerken bazen
kahramanlık, bazen kendinden geçme ve bazen de sarhoşken bile ayık olma
duygusuyla yaşar. Ama asla günümüz insanı gibi kendine yabancı kalmaz.
*Bu yazı Sinada Dergisi'nin 14. sayısında yayımlanmıştır.
Yorumlar